Alman-Türk futbol rekabetine yakışan beraberlik

1 hafta önce 24

EURO 2024’ün açılış maçında İskoçya’yı 5-1 yenen ev sahibi Almanya'nın ilk turdaki diğer maçları Macaristan ve İsviçre ile olacak. Türkiye’nin rakipleri Gürcistan, Portekiz ve Çek Cumhuriyeti. Toplam 6 grupta, 24 takım müsabakalara katılıyor.

Türkiye şampiyonada Almanya, İsviçre, Avusturya gibi “Almanca” konuşan ülkelerden hiç biri ile maç yapmıyor. Bu da Almanya’da yaşayan Türklerin içini şimdilik rahatlatıyor. Zira, geçtiğimiz hafta tamamlanan, Avrupa Parlamentosu seçimlerinin yarattığı gerilim ortamının etkisinde takımlar sahalara, öfke yüklü Avrupa halkları da sokaklara iniyor.

Bu yazıya başlarken “Yeniden Avrupa Futbol Şampiyonası, bir kez daha Almanya” demek aklımdan geçti. Halbuki Avrupa şampiyonasına Almanya son 60 yılda üç kez ev sahipliği yapmış. Türkiye 1996 (İngiltere), 2000 (Hollanda ve Belçika), 2008 (Avusturya ve İsviçre, 2016 ila 2020 (Fransa) ve 2024 (Almanya) olmak üzere finallere 6 kez katılma hakkını kazanmış. Yani, ilk kez Almanya’da yapılan bir futbol final turuna katılıyor. Buna rağmen zihinlere “Yine Almanya” düşüncesi geliyor.

Bunun bir nedeni var; Türk ve Almanya futbolu birbirine iç içe geçmiş tarihsel bir sürece sahip. “Yumurta mı tavuktan tavuk mu yumurtadan” çıkar misali, iki ülkenin futbol ve insan potansiyeli birbirine geçmiş. Ortak bir futbol tarihi yazılacak kadar da zengin. Bu ortak mazi, sayısız futbol karşılaşmaları, unutulmaz olaylar, efsaneleşmiş aktörler ve güzel hatıralarla dolu.

Beckenbauer’ler, Müller’ler, Bohnhof’lar, Klinsman’lar daha nicelerinin takımı Almanya, Türk futbol seyircisinin gönüllerinde özel bir yere sahip.

Bugün ise tam da “geçmişe mazi derler” noktasındayız.

Acı tatlı anılarla dolu Türk-Alman futbol öyküsü, son yıllara egemen olan siyasi yargılar ve Alman basının zehirleyici kışkırtmaların etkisinde. Bu öykü, zoraki siyasi tanımlamalardan ve Türk-Alman birlikte yaşamını tecride zorlayan, ön yargıları tetikleyen yaklaşımlardan uzak bir örgüye sahip. Son yıllara damgasını vuran birkaç ırkçı medya kışkırtması dikkate alınmaz ise...

Sanki eski ve güzel bir mazi, yerini kirli bir geleceğe bırakmak üzere.

Almanya aklı mantığı yitirmiş, ülkenin milli menfaatleri ile çelişen “kökü dışarıda” bir ırkçı nefretin pençesinde. Hayatın her köşesini hedef seçen, bu nefret duygusunun sonuçlarını yakında ekranlarda daha yoğun göreceğiz dersek yanılmış olmayız.

Lukas Podolski, Türkiye’de futbol yaşamını noktaladı ve ülkesine döndü. Eğer Almanya’da bir köşede ‘Podolski- Mangal’ markası ile bir dönerci görürseniz, bilin Podolski’ye ait.

Alman devlet televizyonu ARD bünyesinde yer alan WDR adına yapılan kamuoyu yoklaması, Almanların yüzde 22’sinin Alman Futbol Milli Takımı’nda daha fazla ‘beyaz tenli’ oyuncu görmek istediği hususunu ortaya koydu. Buna karşın Almanların yüzde 66’sı milli takımda göçmen kökenli futbolculara tam destek veriyor. Almanya böylesi ilginç bir tartışmanın gölgesinde, uluslararası bir spor etkinliğine ev sahipliği yapıyor.

Alman Milli Takımı'nın Alman oyuncuları bu kamuoyu araştırmasının sonuçlarına tepki gösterse de, aslında yapılan araştırmanın detayları daha da vahim.

Ankete katılanların yüzde 17’si Alman Milli Takımın kaptanının İlkay Gündoğan, yani bir “Türk olmasını büyük bir talihsizlik” olarak gördüklerini dile getiriyor.

Bayern Münih’in Alman milli takım oyuncusu Joshua Kimmich, “Takımda böyle bir şey hiçbir zaman konu olmadı. Bu ırkçılığın kabinimizde yeri yok. Futbolla büyüyen biri böyle bir şeyin saçma olduğunu zaten bilir” görüşünde. Irkçılığa daha müsabakalar öncesinde hedef olan İlkay ise devlet televizyonunun ekran başındaki insanları ‘beyaz’ ve ‘beyaz olmayan’, ‘Türk’ ve ‘Alman’ diye bölünmeye zorlayan yaklaşımına tepkili.

Avrupa Kupası maçları öncesi, tüm ülkenin bütünleşmesi yerine böylesine bölücü bir gündem yaratılmasına aklıselim Almanlar da karşı. Almanya’da beşikten mezara insanlar futbol yaşamında omuz omuza yaşamaktalar. Miroslav Klose (Polonya), Lukas Podolski (Polonya) Mario Gomez (İspanya), Sami Kedira (Tunus), Gerald Asamoah (Gana), Jerome Boateng (Gana), Mesut Özil ve Serdar Taşcı (Türkiye) gibi birçok efsane futbolcu Almanya’da futbol yaşamına başlamış ve Alman milli formasını gururla taşımış.

ÖZİL ALMANYA’YI TERK ETTİ

Büyük futbol idolü, Real Madrid ve Arsenal gibi takımlar ile Alman Milli Takımı kaptanlığı yapan Mesut Özil, Alman forması ile 119 milli maçta tam 32 gol attı. Buna rağmen kariyerinin zirvesinde Alman basını tarafından hedef haline getirildi.

Özil, 2018 yılında Premier Lig takımı Arsenal kaptanıyken Londra’yı ziyaret eden Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la fotoğraf çektirdiği için hedef tahtası oldu. Alman millî takımının kaptanı olan Özil’in Cumhurbaşkanı Erdoğan ile birlikte görüntü vermesi, Alman kamuoyuna Erdoğan’a destek olarak sunuldu.

Bu tepkiler sonucunda Mesut Özil, Dünya Kupası’ndan sonra Alman millî takımını bıraktığını açıkladı. Bu kararı alırken ırkçılık ve saygısızlık nedeniyle maruz kaldığı baskıları dile getirdi. Nihayetinde Mesut, Almanya’yı terk ederek, Türkiye’ye yerleşti.

Bu olay Türk olsun Alman olsun Almanya’da herkesin halen hafızasında.

Almanya’da ırkçıların her zaman bir bahanesi var. İlk kez Alman forması giydiğinde tipik Alman adı ‘Antonio Rudiger’ ile sempati odağı olan ‘Rudiger’ de Müslüman düşmanlığına hedef olan isimlerden biri. Siyahi oyuncu Rudiger Müslüman olmasının anlaşılmasından sonra yayınlanan fotoğrafları nedeni ile ırkçıların hedefi. Sol elinin şehadet parmağını kaldırarak resim verdiği için aleyhinde yapılmayan aşağılama kalmadı. Lakin, Rudiger her şeye rağmen ‘La İlahe İllallah’ söylemi ile resim vermeye devam ediyor.

Aslında bu tatsız örnekleri bırakıp gerçek bir Türk-Alman futbol efsanesini hatırlamak daha doğru olur. Türk-Alman futbol yaşamının prensiplerini ortaya koyan Teknik Direktör Jupp Derwall anımsanmadan bu öyküyü anlamak mümkün değildir. Derwall Almanya’da milli takımın başında yaşadığı hayal kırıklıklarını 1980’lerde Türkiye’yi tercih ederek aştı. İstanbul’da iki kez lig şampiyonluğu, bir kez Türkiye kupası kaldırdı. Alman liyakat madalyası sahibi, Ankara Üniversitesi’nden fahri doktora almış, gerçek bir Türk dostuydu.

Türk-Alman futbol yaşamından bir kesit olarak, Derwall’ın yaşamı ve cenaze merasimi, en iyi örnektir.

Yıl 2007… Ölümünden kısa süre önce Fransa sınırındaki evinde kendisini ziyaret ediyoruz. Kahveyi eliyle hazırlamaya özen gösteriyor. Sürekli olarak öğrencileri Mustafa Denizli’den “Mustafa”, Fatih Terim’den “Fatih” diye bahsediyor. İkisinden de söz ederken gözlerinin içi gülüyor. Hastalık nedeni ile uçağa binemediğinden Florya Tesisleri’ni hiç göremediğini, tesislerin resminin bizde bulunup bulunmadığını soruyor. Çalışma odasının tamamını Türkiye’de çekilmiş resimler ve Galatasaray bayrakları süslüyor. O an böylesi bir futbol adamının insan sevgisini ve iki milletin dostluğunu gazete satırlarına dökmenin imkansızlığını fark ediyoruz.

DERWALL HOCA’NIN HUZURUNDA

Birkaç ay sonra Derwall Hoca ölüyor. Genç bir gazeteci adayı olarak, omzumuza fotoğraf makinası takıp, otel koridorlarında Hoca’ya yakın bir yerde durabilmek, onunla göz göze gelip kendisinden bir selam alabilmenin önemli olduğu günleri hatırlıyoruz. Babacan tavırları, insan sevgisi dolu, her zaman gülen yüzü ile Hoca Almanya’da İstanbul medeniyetine açılan bir pencere gibiydi.

Bu kez St. Konrad Kilisesi’nde Derwall Hoca’nın oğlu Patrik ile Türkiye’den cenazeye katılacak konukları bekliyoruz. Cenazede kimler yok. Franz Beckenbauer, Christoph Daum, Toni Schumacher, Joachim Löw, Hansi Müller, Uwe Seeler, Paul Breitner gibi isimler birbiri ardına kilisenin kapısından giriyor. Jupp Derwall’in cenazesine Galatasaray’ın özel uçak kaldırması Alman spor camiası için onur vesilesi oluyor. Çok sayıda önemli ismin İstanbul’dan cenazeye gelmesi ünlü antrenörün eşini oldukça duygulandırıyor. Elizabeth Derwall, Türkiye hatıralarını bizlere “Türkiye’de hayatımızın en güzel günlerini yaşadık. Başlangıçta zorlandık. Sonradan Türkler bize kalplerini açtı” sözleriyle aktarıyor.

Patrik Derwall “İstanbul ona insanlığını hissettirdi. Babam İstanbul’da insani yönünün bir adım daha geliştiğini her zaman söylerdi. Anneme hayatının en güzel yıllarını İstanbul’da yaşattı” diyor.

Kilisenin soğuk duvarlarının birleştiği mahalde hocanın tabutu duruyor. Başucunda her zaman giymeye özen gösterdiği mavi kazağı ile çektirdiği güler yüzlü fotoğrafı. Hoca’nın fotoğrafında İstanbul’a özgü medeniyetin derinliği ve sonsuz tebessümü var.

Türkiye’den gelen aralarında Fatih Terim, Bülent Korkmaz, Mustafa Denizli, Alp Yalman, Özhan Canaydın gibi seçkin isimlerin bulunduğu yüz dolayında misafir kiliseye girince, Hoca’nın futbol yaşamını geride bıraktığı, Türkiye-Almanya resmi tamamlanıyor.

Belki konuyu burada bitirmek gerekiyor. Fakat cenazede dönemin Alman Futbol Federasyonu Başkanı Teo Zwanziger’in sözleri futbolun niteliği konusunda farklı bir söylem içeriyor:

“Derwall Fransa’da yaşadığı hayal kırıklıklarını Türkiye’de giderdi. İnanılmaz bir coşku ile Türkiye’de kabul gördü. 20 yıl sonra bile ona gösterilen hürmet az rastlanır nitelikte. Derwall futbolun milletler arasında 1-0 ile biten bir oyun olmadığını ortaya koydu. Bu ilişki Türk-Alman futbolunun geleceğine sağlıklı bir zemin hazırladı.”

Birkaç yüz metre ilerde St. Inbert Eyüb Sultan Camii bahçesindeyiz. Avlu Derwall Hoca’nın çalışma odası gibi. Türk, Alman ve Galatasaray bayrakları bezeli. Onun seven ancak kendisini ömürlerinde belki bir kez bile görmemiş Türk çocukları Derwall Hoca için camide dua ediyor.

erwall’ın Türkiye’de tohumlarını attığı gelenek yerine vekil tayin ettiği Kalli Feldkamp ile bir futbol mirasına dönüştü. Türkiye’de başarılı bir spor yaşamına imza atmış birçok Alman futbol adamı iki ülke ilişkilerine katkıyı Almanya’da sürdürdü.

Bu isimlerden birisi olan Lukas Podolski şimdilerde Almanya’da ‘Mangal’ isimli döner restoranları zinciri sahibi. Avrupa Futbol Şampiyonası esnasında Almanya’nın belli bölgelerinde bir köşe başında ‘Podolski–Mangal’ tabelalarını görürseniz şaşırmayın.

Sadece Derwall, Feldkamp ve Podolski mi? Türk-Alman futbol geleneği Christoph Daum, Toni Schumacher, Sepp Piontek, Joachim Löw ve daha nicelerinin bıraktığı hatıralarla ırkçılığa karşı bir ipotek niteliğinde.

Daum ve Feldkamp ile de yollarımız Almanya’da sık sık kesişti.

Feldkamp ile her karşılaştığımızda ‘Şef’ diye hitap ederdi. Hoca’nın karşısındakine iltifat etme özeni bir yana, girdiği ortamdaki muhataplarını anında konumlandırma yeteneği her zaman dikkate değerdi.

2000’li yıllarda Beşiktaş Teknik Direktörü olduğu dönemde Daum Koblenz Eyalet Mahkemesi’nde kokain kullanmak ve satmak isnadıyla yargılandı. Gaye Türk futbolcuları Alman milli takımına almak isteyen teknik adamın önünü kesmekti. Daum beraat etti. Bir gün Koblenz’de mahkeme sonrası dertleşirken “Türkler vefalı insanlar. Beni buraya her hafta Beşiktaş gönderiyor. Masraflarımı ödüyor. Bizde düşene vuruyorlar. Türkler düşenin elinden tutuyor” sözleri ağzından döküldü.

Bu satırları doğrulayan son haber Dortmund’dan geliyor. Bundesliga’nın en genç profesyonel futbol oyuncusu unvanına sahip Nuri Şahin’in 1 Temmuz itibarıyla Borissia Dortmund Teknik Direktörlüğüne getirildiği müjdesi Almanya gündemine bomba gibi düşüyor.

Bu duygularla Alman - Türk futbol rekabetine yakışanın ‘beraberlik’ olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Mesut’la, İlkay’la, Nuri’yle ve Emre Can ile omuz omuza futbol oynamış Türk ve Alman oyuncuları bünyesinde barındıran Alman ve Türk milli takımlarına başarılar diliyoruz.

Tum Makaleyi Oku